Giriş
Anlatıbilim,
1960’lı yıllarda Fransa’da ortaya çıkan ve günümüzde uluslararası geçerliliği
olan oldukça dinamik bir araştırma sahasıdır. Anlatıbilim, 1960’lı yılların
sonunda başlı başına bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır. Birçok araştırmacı
tarafından kabul gören bir ayrım ile bu disiplini kendi içinde iki döneme
ayırmak mümkündür: 1966-1980 yılları arasını kapsayan klasik dönem; 1980-1990
yılları arasını kapsayan Klasik sonrası dönem. Klasik dönem aynı zamanda
yapısalcı olarak da bilinir.
1.
Anlatı
“Anlatı”
kavramı son yıllarda hem edebiyat teorisinde hem diğer disiplinlerde yaygın bir
biçimde kullanılmaya başlamıştır. Anlatı,
henüz insanlar onu isimlendirmeden ve nasıl işlediğini anlamadan çok daha önce
mevcuttu.[1]
İnsanlığın doğuşundan itibaren var olan anlatı çok daha sonra sistematik
incelemelerin konusu olabilmiştir. Fludernik, günlük hayatta herkesin birer
anlatıcı olduğunu söyler. Frederic Jameson gibi bazı kuramcılar ise, tıpkı dil
gibi, “anlatı üretme süreci”nin de insan zihninin temel işlevlerinden biri
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Barthes, anlatının evrensel olduğunu birçok kez
dile getirmiştir. Fudernik anlatının karmaşık ve çeşitli olayları
anlamlandırmak ve açıklamak için modeller oluşturmamıza yardım eden temel
yapıları sağladığını iddia eder. Kabaca, anlatılar olay dizilerine uygulanan neden
sonuç ilişkilerine dayanır.
Anlatı,
1970’lerden itibaren “Anlatıbilim” disiplini altında sistematik bir biçimde
incelenmeye başlamıştır. Kapsam olarak ilk dönemlerde edebî anlatılarla sınırlı
kalan “anlatı”, 1990’lardan itibaren birçok farklı sahayı içine alacak şekilde
genişlemiştir. Bu genişleme, anlatı(nın)
tanımlarına da sirayet etmiş ve her disiplin, anlatıyı kendi bakış açısına göre
tanımlamaya başlamıştır.[2]
Edebiyat teorisinde bile kendi içinde tanım farklılıkları ve uzlaşamama
durumları mevcuttur. Bazı anlatı teorisyenleri anlatıyı yalnız “kurmaca anlatı”
olarak, bazıları ise hem kurmaca hem gerçek anlatılar olarak açıklamışlardır.
Fakat genel olarak araştırmacıların çoğu, “anlatının hem bir temsil olduğu hem
de bu temsilin nesnesinin zamansal ve nedensel bir düzen sergilediği” konusunda
anlaşmış görünmektelerdir. Prince’ye göre “anlatı” bir ya da birden fazla
“anlatıcı” tarafından, bir ya da birden fazla “anlatılan”a aktarılan bir ya da
daha fazla gerçek ya da kurmaca “olay”ın temsilidir. Anlatının bir temsil mi
yoksa sunum mu olduğu konusu da tartışmalıdır. Aristo’nun ayrımını benimseyenler, sahnede icra edilen öyküler için
“sunum”, anlatılan ya da yazılan öyküler için “temsil” ifadesini kullanırlar.[3]
2.
Anlatıbilimin
Temel Kavramları
Her
anlatı bir “öykü” sunar. Öykü, içinde karakterlerin yer aldığı bir “olaylar
dizisi”dir. Bundan dolayı, “anlatı”, karakterlerin hem sebep olduğu hem de
başından geçen olaylar dizisini sunan bir “bildirişim” (communication)
biçimidir.
Anlatı
incelemelerinde üzerinde durulan; anlatıcı, bakış açısı (perspektif), zaman
gibi birçok tartışmalı mesele görülmektedir. Metinde “anlatıcının sesini
yansıtan” birçok unsur bulunur. Bir
okuyucu, metne ait bir sesi “zihindeki kulaklar”la duyabilir; tıpkı “zihindeki
gözler”le hikâyedeki olayları görebileceği gibi.[4]
Kısaca, bütün romanlar bir “anlatı sesi”ni yansıtır. Fakat bu sesin
okuyucuya olan mesafesi değişkenlik gösterir. “Anlatı sesi”ni yansıtan bir
metin “anlatısal bir söylem” olarak değerlendirilir. Bir romandaki “anlatı
sesi”ni bulmak için “Kim konuşuyor?” sorusu sorulabilir. Bir anlatıcıyla ilgili
ne kadar fazla bilgiye sahip olunursa, onun sesinin niteliği ve ayırt edici
özelliğiyle ilgili fikirler o kadar somut olur. Anlatı metinleri için şu ses
belirticilerinden bahsedilebilir.
* içerik meselesi
* öznel ifadeler
* pragmatik işaretler
Metindeki
“bildirişimsel ilişki” (communication) üç şekilde gerçekleşebilir.
* Kurgusal
olmayan bildirişim düzeyinde yazar ve okur arasında (Metin dışı)
* Kurgusal
aracılık (mediation) ve söylem düzeyinde anlatıcı ve dinleyici ya da gönderilen(ler)
arasında (Metin İçi)
* Eylem
düzeyinde karakterler arasında (Metin içi)
Chatman’ı
(1978) takip eden anlatı kuramcıları, anlatı sesini tanımlarken çoğunlukla
“açıklık” (overtness) ve “kapalılık” (covertness) kavramlarını kullanmışlardır.
Anlatıcılar daha çok ya da daha az açık; veya daha çok ya da daha az kapalı
olabilirler. “Kapalı anlatıcı”lar çoğunlukla belirsiz veya ayırt edilmesi zor
bir sese sahiptirler. Kapalı anlatıcı, arka planda kaybolan ve kendini saklayan
bir konumdadır.[5]
Anlatı tipleri, “bağıntı/ilişki” (relation) kriterine dayanmaktadır. Genette
(1980) tarafından önerilen anlatı terimleri şunlardır.
* homodiegetik (hikâye-içi) anlatı[6]
* heterodiegetik (hikâye-dışı) anlatı[7]
Genette’nin
iki anlatıcı tipi, bir metindeki birinci ve üçüncü şahıs zamirlerinin
kullanımıyla paralellik gösterir. Bir anlatıdaki ilişki tipini belirlemek için
“tecrübe eden ben”in(expriencing I) varlığını ya da yokluğunu kontrol etmek
gerekir. Stanzel’in “anlatı durumları” modelinde ise şu kategorilerden
bahsetmek mümkündür.
* birinci şahıs anlatı durumu
* yetkili yazar (authorial)
* figural
3.
Yapısalcılık
Öncesi Anlatı Teorilerine Genel Bakış
Anlatı
teorisinin kaynağını Platon ve Aristo’ya kadar götürmek mümkündür. Fakat anlatı
ancak 20. yüzyılın ortalarından itibaren bilimin konusu olabilmiştir.
Anlatıbilim terimi ilk kez 1969’da Todorov’un önerisiyle kullanılmaya
başlamıştır. Bu zamana kadar yalnız anlatı teorisinden söz edilebilir.
Anlatı
teorisi ya da “teorilerin kökeni”, Platon ve Aristo’nun “mimesis” ve “diegesis”
ayrımına dayanır. Bu ayrımdan ilk bahseden Platon’dur. Mimesis, “taklit” ve
“gösterme” kavramlarıyla açıklamaya çalışılan bir kavramdır. Kurmaca metinde,
karakterlerin diyalog ve monologlarının aynen aktarılması anlamına gelir. Yani,
dolaysız bir biçimde taklit esastır. Diegesis, anlatma kavramıyla alakalıdır. Yazara
atfedilebilecek bütün sözleri ifade eder. “Mimesis”
ve “diegesis” ayrımı üzerine inşa edilen anlatı incelemeleri, öncelikle
Friedrich Spielhagen ve Otto Ludwig’in 1800’lü yılların sonunda roman üzerinde
yaptıkları teorik incelemelerle, daha sonra da 20. yüzyılın başlarında Charles
Bally, Fritz Karph gibi dilbilimcilerin anlatıyla ilgili meselelere eğilmeleri
ve dilbilimsel kategorileri anlatı incelemelerinde kullanmaya başlamalarıyla
gelişmiştir.[8]
Bir diğer önemli ayrım ise, Aristo’nun Poetika[9]’sına
dayanır. “Betimlenen dünyada cereyan eden olayların toplamı” ile olay örgüsü
(muthos) ayrımı anlatı teorisinin temel dayanaklarından birini oluşturur.
“Muthos”, estetik hususlar ve mantıksal gereklilikler dikkate alınarak seçilen
ve düzenlenen olaylar kümesini, yani olay örgüsünü ifade eder. Gerçek dünyada
cereyan eden olayların seçilerek verilmesi hadisesidir.
17.
yüzyılın başından 20. yüzyılın başına kadarki roman teorileri, normatif ve
biçimci paradigmalar olarak adlandırılabilir. Bugün bilinen anlamıyla nesir,
ancak 18. Yüzyıldan sonra edebiyatın bir parçası olabilmiştir. İlk teorisyenler
nesir anlatılarının tematik ve öğretici taraflarına odaklanmışlardır.
Tereddüdün kaynağını ise, “Bu yeni edebiyat biçimi eski ‘epos’un niteliksel
standartlarına karşı durabilir mi?” sorusu meydana getirmiştir. 20. Yüzyılın
başına kadar bu mesele anlatı türleriyle ilgili birçok teorinin odak noktası
olmuştur. İlk kuramcılar bu tip normatif sorularla uğraşırken Spielhagen ve
Friedemann, biçimsel paradigmayı yeniden gündeme getirmişlerdir. 19. Yüzyılın
sonlarına gelindiğinde edebi anlatılarla ilgili daha sistematik çalışmalar
yapılmaya başlanır. 1910’da Fin Okulu üyelerinden Aarne, Aarne-Thompson İndeksi olarak bilinen kataloğun ilk versiyonunu
yayımlamıştır.[10]
Edebi anlatıları temel prensiplerine indirgeme konusundaki bir diğer girişim,
E. M. Forster’dan gelir. Forster, 1927 yılında “öykü” (story) ve “olay örgüsü”
(plot) ayrımını yapar. Bu ayrım zamansal ve nedensel ilişkiyi esas alır.
Saussure
ile birlikte dil, “gösterge”lerden oluşan bir “dizge” olarak ele alınmaya ve
“iç düzenekler”, yapılar üzerinde durulmaya başlanmıştır. Amaç, her türlü
sürecin altında yatan “dizge”yi bulup ortaya çıkarmaktır. Bu noktada
Saussure’ün “dil” (langue) ve “söz” (parole) ayrımı önemlidir. Bu ayrımı
benimseyen kuramcılara göre anlatı, dilin yapısına benzeyen bir sistemdir. Bu
anlatısal sistemin altında birçok değişik anlatı metni yer almaktadır.
Saussure’ün “dil”i, “söz”den üstün görmesi gibi; klasik döneme bağlı
sayılabilecek anlatıbilimciler, genel olarak “anlatı”yı, bireysel anlatılardan
üstün görmüşler, anlatının temel yapısal bileşenleri üzerinde durmuşlardır.
Saussure’e göre, her gösterge, “biçim” (gösteren) ve “anlam”dan (gösterilen)
oluşur.[11] Buradan hareketle,
anlatıbilimsel incelemelerin de genellikle söylem merkezli ve öykü merkezli
olmak üzere iki yönelim içerdiği görülmektedir.
Radikal
bir kültürel-ideolojik gündeme sahip olan Rus Biçimcilerinin amacı, biçimsel
olarak sanatın özerkliğini kanıtlamak olmuştur. 1915-1930 yılları arasında
etkin olan Rus Biçimciliği, 20. yüzyıldaki edebiyat incelemelerine farklı bir
bakış açısı getirmiştir.[12] Rus Biçimcilerinin
anlatıbilime en büyük katkısı, Thomashevsky’nin “fabula” ve “syuzhet”
ayrımıdır. Syuzhet, metindeki sıra ve biçimi, yani olay örgüsünü; fabula, olay
örgüsünün gerçek yaşamda takip etmesi gereken sırasını ifade eder. Buna göre,
“syuzhet”, “fabula”nın yabancılaştırılmasıdır. Thomashevsky’nin bu ayrımı, daha
sonra, Fransız yapısalcıları tarafından benimsenip geliştirilmiştir. Boris
Eikhenbaum, Roman Jacobson, Vladimir Propp, Viktor Shklovsky, Boris
Thomashevsky, Iuri Tynianov gibi Rus Biçimcileri, anlatı teorilerini roman
teorilerinden ayırarak bu alanda belirleyici bir adım atmışlardır. Bir
bütündeki birimleri teker teker ve birbirinden bağımsız olarak ele almayı
bırakmışlardır. Birimler bir “dizge”nin öğeleridir. Bunlar, ancak, içinde yer
aldıkları sistemdeki diğer öğelerle ilişkileri oranında anlam, değer ve işlev
kazanırlar. Propp, “sistem” ve “yapı” kavramlarının önemini Masalın Biçimbilimi adlı çalışmasıyla
kanıtlamıştır. Fakat bu eserin ası önemi, 1958’de İngilizceye çevrildikten
sonra anlaşılmıştır. Propp’un işlevsel modeli, “öykünün grameri”ni yapmaya
çalışan araştırmacılar için önemli bir referans kaynağı olmuştur. Ayrıca
Chomsky’nin “üretici gramer” diye tanımladığı kavram da anlatı teorisine Rus
Biçimcilerinden gelen katkılar arasında değerlendirilebilir.
1926
yılında Mathesius ve Jacobson tarafından kurulan Prag Ekolü[13], yalnız dilbilim değil;
poetika, estetik, tiyatro, şiir, göstergebilim, anlatı incelemesi, edebiyat
teorisi gibi çeşitli alanlarda faaliyet göstermiştir. Ekolün temsilcileri
arasında, Mukarovsky, Trubetskoi, Bogatyrev, Wellek, Vodicka, Dolezel gibi
isimler yer alır. Prag Ekolü, hem Lévi Strauss’a, dolayısıyla Fransız
yapısalcılarına ilham kaynağı olmuş hem 20. yüzyıldaki poetika anlayışına yön
veren teoriler geliştirilmesine zemin hazırlamıştır. Vodicka ve Dolezel’in
tartışmalı “kurgusal dünyalar teorisi”ne yaptıkları katkılar önemlidir.
20.
yüzyılın başlarında, Schissel, Seuffert ve Willhelm Dibelius gibi Alman
araştırmacılar, özellikle morfolojik metodu kullanarak anlatıların yapısal
unsurlarını ve kompozisyonunu incelemeye çalışmışlardır. 1950’li yıllarda Alman
anlatı teorisi bu alandaki en önemli çıkışını yapmıştır. Ebberhard Lammert’in Anlatının Biçimleri, F. K. Stanzel’in Romanda Anlatı Durumları, Kate
Hamburger’in Edebiyatın Mantığı gibi
eserleri bugün hala geçerliliğini korumaktadır.
Genel
olarak 20. Yüzyılın başlarından 1960’lı yıllara kadarki süreçte yapısalcılık
öncesi anlatı teorilerinden söz etmek mümkündür. Bu teorilerin üzerinde durduğu
belli başlı meseleler vardır. Bunların başında “perspektif” gelir. Henry James
tarafından anlatı perspektifi ile ilgili başlatılan tartışmalar önemlidir.[14] Lubbock, James’in teknik
ayrımını “gösterme” (showing) ve “anlatma” (telling) şeklinde isimlendirerek
ilke haline getirmiştir. Pouillon betimleyici bir yaklaşımla bu çerçeveyi
genişletmiştir. Friedman’ın sekiz perspektif biçiminden oluşan kademeli modeli,
meseleye sistematik bir yaklaşım getirmiştir. Uspensky, çok daha karmaşık ve
katmanlı başka bir model geliştirmiştir. Stanzel, perspektif teorisine
fenomenolojik bir açıdan yaklaşmıştır. Stanzel, üç prototipik “anlatı durumu”
tanımlamıştır.
* Birinci şahıs anlatı durumu
* Yetkili yazar (authorial)
* Figural
Schmid
ise, perspektif konusuyla ilgili en kapsamlı modeli ortaya koymuştur.
Yapısalcılık öncesi anlatı teorilerinin üzerinde durduğu bir başka mesele ise
“zaman”dır. Müller’in “anlatılan zaman” ve “anlatma zamanı” ayrımı bu noktada
önemlidir. Lammert bu yaklaşımı daha detaylı bir biçimde ele almıştır.
Lammert’in yaklaşımı, anlatıda zamanla ilgili ilk geniş ölçekli sınıflandırma
olarak bilinir. Uzayan, kısaltan,
tekrarlayan, duraklatan, yarıda kesen, atlayan, eleyen çeşitli anlatma
kipleri ayırt etmiştir. Kate Hamburger, anlatı teorisine felsefi açıdan; Booth
ise, retorik ve etik açısından katkılarda bulunmuşlardır.
René
Wellek ve Austin Warren tarafından yazılan Edebiyat
Teorisi kitabıyla birlikte biçimci (anlatıbilimsel) inceleme yaygınlaşmaya
başlamıştır. Bu yaygınlık özellikle Rus Biçimcileri ve Prag Ekolü’nün etkisiyle
İngilizce konuşulan ülkelerde hız göstermiştir. Bu kitap genel olarak biçimci
Anglo-Amerikan edebiyat teorisini, özel olarak kurmaca anlatı incelemelerini
şekillendirmiştir. Edebiyat araştırmasına “dış” yaklaşımın aksine “iç”
yaklaşımı getirme amacı taşır. Pozitivist yöntemlerden uzak durmuş, “edebiyat
nesnelerinin tabiatına odaklanan edebiyat teorisi” geliştirmenin peşinde
olmuştur. Yani metin merkezli bir yaklaşım öncelenmiştir.
4.
Fransız
Yapısalcılığı ve Anlatıbilimin Ortaya Çıkışı: 1966-1980
Fransız
yapısalcılarının amacı, anlatının sistematik ve biçimci analizini yapmak
olmuştur. Roland Barthes, Gérard Genette, A. J. Greimas, Todorov, Franz
Stanzel, Seymour Chatman ve Shlomith Rimmon-Kenan gibi yapısalcılar anlatı
teorisine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Yapısalcı anlatıbilimciler, anlatı
biçimlerini evrenselleştirme eğiliminde olmuşlar, anlatıların biçimsel
özellikleriyle ilgili “nesnel” bir tanımı ve açıklamayı hedeflemişlerdir.
“Klasik” olarak adlandırılan yapısalcı anlatıbilimin yaygınlaşmasında, Fransız
yapısalcılarının rolü büyüktür.
Anlatıbilim,
yöntemsel açıdan tutarlı, yapı-merkezli bir anlatı teorisini biçimi olarak
tanımlanabilir. Bu yeni paradigma, 1966’da Fransa’da çıkan Communications dergisinde yayımlanan “Anlatının Yapısal Analizi”
başlıklı özel bir sayıyla herkese ilan edilmiştir. Bu sayıda Barthes, Umberto
Eco, Genette, Greimas, Todorov, Metz gibi önde gelen yapısalcıların
makalelerine yer verilmiştir. Fransızca “narratologie” terimi ilk kez 1969
yılında Todorov’un yazdığı Decameron’un
Grameri adlı kitapta kullanılmıştır. Bu yeni yapısalcı yaklaşım temelde üç
geleneğin tesiriyle gelişmiştir.
* Rus
Biçimciliği ve Propp’un morfolojik yaklaşımı
* Saussure
geleneğine bağlı yapısal dilbilim ve Lévi Strauss’un yapısal antropolojisi
* Chomsky’nin
üretici-dönüşümsel dilbilgisi
Fransız
yapısalcıları, Thomashevsky’nin fabula-syuzhet olarak ayırdığı anlatının iki
boyutunu yeniden ele almışlardır. Thomashevsky’nin fabula-syuzhet kavramlarına
karşılık; Todorov “histoire” (öykü) ve “discours” (söylem), Genette “histoire”
ve “récit” terimlerini kullanmıştır. 1966’dan 1972’ye kadarki dönemde
anlatıbilim daha çook “öykü” üzerinde odaklanmıştır. Greimas, en soyut düzeyde
“anlamlandırma”nın temel yapısı üzerinde yoğunlaşmıştır.[15] Barthes’in “çekirdek”
(kernel) ve “uydu” (satellite) ayrımı önemlidir. “Çekirdek” öykünün
tutarlılığını sağlayan zorunlu ve gerekli olayları, “uydu” temel olay örgüsünü
zenginleştiren detayları temsil eder. Todorov’un dilbilimsel benzeşime dayalı
modelinde (Anlatının Grameri) anlatı, dil olarak düşünülür. Buna göre;
anlatıdaki eylem (action) gramerdeki fille, karakterler isimlere, karakterlerin
nitelikleri ise sıfatlara benzetilir.
Ayrıca,
Bremond temsil edilen eylemin mantığıyla ilgili ikili seçeneklere dayanan bir
model ortaya koymuştur. Prince, eylemin mantığını ve anlatı gramerini geniş
biçimde ele almış ve önceki yaklaşımları birleştirerek sistemli bir hale
getirmiştir. Pavel, Bremond’un soyut ikili mantığını oyun teorisiyle
birleştirmiştir. Chatman, anlatıbilimin görsel anlatılara da uygulanabilirliğini
ispatlamıştır. Bununla birlikte Fransız yapısalcıları bu teorilerin uygulanması
ve sağlamasının yapılması konusunda zorluk çekmiştir. Bunun en tipik örneği,
Greimas’ın “Anlatıbilimsel Modeli”dir. Bu sistematik ve yöntemsel boşluk
Genette tarafından da dile getirilmiştir. Bunun bir sonucu olarak, Genette
Proust’un Kayıp Zamanın İzinde
romanının anlatısal kompozisyonunu ve tekniğini detaylı bir şekilde analiz
etmeye çalışarak söylem olgusuyla ilgili kapsamlı bir sınıflandırma ortaya
koymuştur. Genette’nin “anlatıbilimsel sınıflandırma”sı, edebi anlatıyla ilgili
üç işlevsel alanı kapsamaktadır.
* Zamansal yapının ve temsilin
dinamikleri
* Anlatma kipi ve bunun altında yatan
anlatısal bildirişimin mantığı
* Anlatısal süreç esnasında bilginin
bir araya getirilmesi ve iletilmesiyle ilgili ortaya çıkan kısıtlamalar
Genette’nin
terminolojisi ve sınıflandırması bir süre sonra anlatıbilimin “ortak dil”i
haline dönüşmüştür. Fakat diğer biçimci ve yapısalcıların aksine Genette,
bütünüyle tutarlı ve kendi kendine yeten bir anlatı teorisi geliştirme
niyetinde olmamıştır.
5.
Klasik
Sonrası Anlatıbilim: 1980-1990
Klasik
(yapısalcı) anlatıbilim, 1970lerin sonuna doğru yerini “Klasik Sonrası
Anlatıbilim”e bırakmıştır. Klasik anlatıbilime bir dereceye kadar karşı olmakla
birlikte ondan tam bir kopuş söz konusu değildir. Klasik anlatıbilimin bazı
kavramları kullanılmaya devam etmiştir. Takip
eden on yıl boyunca, yani 1980-1990 yılları arasında klasik sonrası
anlatıbilimde iki ana eğilim göze çarpmaktadır: Birincisi, anlatıbilimin
kapsamının edebî anlatının ötesine geçerek genişlemesi; ikincisi, diğer
disiplinlerden teori ve kavramlar ithal etmesi. Bu süreç, o dönemde beşeri
bilimlerde görülen yapısalcı yöntemlerden yapısalcılık sonrası yöntemlere
geçişi de yansıtmaktadır.[16]
Chatman,
Story and Discourse: Narrative Structure
in Fiction and Film (1978) adlı eseriyle anlatıbilimin görsel sanatlara
uygulanabileceğini göstermiştir. Mieke Bal ve diğer araştırmacılar;
anlatıbilimin metinlerarasılık, medyalararasılık gibi çapraz-metinsel olguların
ve çokseslilik gibi metin-içi olguların analizinde kullanılabileceğini
kanıtlamışlardır. Culler, Derrida’nın yapı-sökücülüğünü tanıtmış ve “öykü”nün
“söylem”i değil, “söylem”in “öykü”yü doğurduğunu iddia etmiştir. Lanser
cinsiyetin, anlatıcı profilinin, bakış açısının ve sunuş kipinin anlatıbilimsel
analizinde sistematik bir kategori olarak yer alması gerektiğini öne sürmüştür.
Pavel ve Dolezel, daha soyut bir düzeyde, anlatıbilimsel modele biçimsel mantık
ve “mümkün dünyalar teorisi”ni de dahil ederek genişletmişlerdir. Bunlar örtük, kurgusal karakterlerin
umutları, istekleri vb. vasıtasıyla gösterilen gerçekleştirilmemiş, sanal
anlatıları açıklamaktadır.[17]
Bu
modeller hayata geçmemiş olsa da teorik olarak alternatif bir olay akışının
mümkün olduğuna dikkat çeker. Ryan, bu akıl yürütme biçimini biraz daha
ileriyle götürmüş ve bunu yapay zekanın benzeşim modeliyle ilişkilendirmiştir.
Anlatıbilimin klasik sonrası döneminde, anlatıbilimsel kavramların ve
teorilerin diğer disiplinlere “ihracatında” büyük bir artış görülmüştür. Bütün
bunlar “anlatıya dönüş” diye adlandırılan eğilime katkı sağlamıştır.
6.
Klasik
Sonrası Anlatıbilim ve “Yeni” Anlatıbilimler: 1990’dan Günümüze
Zaman
içinde yapısalcı anlatıbilimin sistematik olma ve mantıksal tutarlılık endişesi
yerini daha pragmatik bir anlatı teorisi ihtiyacına bırakmıştır. Anlatıbilimin
odak noktası, metin-temelli olgulardan sözlü anlatılar ve edebi olmayan
anlatıların bilişsel işlevlerine doğru bir geçiş göstermiştir.[18] Böylece anlatıbilimsel
araştırmalarda yeni bir çağ açılmıştır. Gibson gibi araştırmacılar,
yapısalcılar tarafından geliştirilen bütün kavramsal düzeneğin kökten yıkılması
gerektiğini bile savunmuşlardır.
Klasik
sonrası dönemde disiplinlerarasılık büyük önem kazanmıştır. Yaklaşımların
birçoğu anlatıbilim ile dilbilim, bilişsel psikoloji, edebiyat, kültür tarihi,
kültür teorisi, felsefe gibi disiplinler arasında bir köprü kurmaya
çalışmaktadır. Gerek yapı-sökücülerin ve postmodernistlerin, gerekse diğer
araştırmacıların eleştirileri dolayısıyla, tarih ve ideolojinin kültürel ve
felsefi meselelerine duyulan ilginin canlanması yapısalcıların
sistematikliğiyle bir araya gelerek birçok yeni yaklaşım ortaya çıkarmıştır.
Eleştirel
biçimde konumlanmış bu anlatıbilimsel model ve teoriler yöntemsel açıdan
heterojen bir görünüm arz eder. Herman bu durumdan hareketle, “çoğul ve yeni
anlatıbilimler” kavramını ortaya atmıştır. (1999) Anlatıbilim son zamanlarda,
teorik gelişmeler dışında, kurumsal ve örgütsel yapıların ortaya çıkışıyla da
büyük ivme kazanmıştır. Klasik sonrası yaklaşımların anlatı karşısındaki en
önemli ve yeni eğilimleri ise şöyle sıralanabilir.
* Bağlamcı,
tematik ve ideolojik yaklaşımlar
* Anlatıbilimin
edimbilim/pragmatik, retorik ve etikle ilgili çeşitleri
* Anlatıbilimin
bilişsel ve alımlama teorisi odaklı çeşitleri
* Anlatıbilime
dilbilimsel yaklaşımlar ve katkılar
* Felsefi
anlatı teorileri
* Anlatıbilimin
türlerarası ve medyalararası çeşitleri
7.
Anlatı
Teorisinde Son Eğilimler ve Gelişmeler
Anlatıbilim,
özellikle Almanca konuşulan ülkelerde büyük gelişim göstermiştir.
Üniversitelerin edebiyat bölümlerinin müfredatının önemli bir bölümünü
Anlatıbilim oluşturur. Stanzel’in Anlatı
Teorisi adlı eseri, standart öğretim materyali olarak okutulur. Stanzel ve
Lammert dışında, Helmut, Bonheim ve Wilhelm Füger gibi araştırmacılar
anlatıbilime önemli katkılarda bulunmuşlardır. Amerika’da psiko-analitik
modeller anlatı araştırmalarına dahil edilmiş (Brooks, Chambers), feminist
yaklaşımlar uygulanmış (Warhol, Lanser), eleştirel söylem ve ideolojik modeller
talep görmüştür. (Cohan ve Shires, Armstrong ve Tennenhouse) İsrail’de daha çok
retorik odaklı anlatıbilim incelemeleri ön plana çıkmıştır.
Son
yıllarda bu sahada ön plana çıkan Çin’de önemli çalışmalar yapılmıştır. Dan
Shen öncülüğünde kurulan Çin anlatıbilimi, özellikle Klasik Çin anlatılarının
kendine özgü yapısını inceleyerek Batı kökenli anlatılarda bulunmayan bazı
“anlatı kipleri” tespit etmiştir. Günümüzde anlatıbilime yön veren isimler
arasında, İsrail’den Meir Sternberg, Slomith Rimmon-Kenan, Tamar Yacobi;
Almanya ve Avusturya’dan Wolf Schmid, Manfred Jahn, Ansgar Nünning, Monika
Fludernik, Werner Wolf; Amerika’dan David Herman, James Phelan, Brian McHale,
Peter Rabinowitz, Susan Lanser, Robyn Warhol gibi isimler sayılabilir. Ayrıca,
Fransa, İspanya, Belçika, Hollanda, İskandinav ülkeleri ve eski Doğu Bloğu
ülkelerinde de güçlü bir anlatıbilim geleneği oluşmakta ve gelişmektedir.
Günümüzdeki
en önemli anlatıbilim dergileri arasında Tel Aviv’de basılan Poetics Today, Amerika’da yayımlanan Style, Narrative, Journal of
Narrative Theory, Narrative Inquiry
ve Almanya’da çıkarılan Poetika, Germansich-Romanische Monatsschrift gibi
dergiler yer almaktadır. Anlatıbilimin son yıllardaki popülerliği dolayısıyla
bunlara, basılı veya elektronik birçok dergi daha eklenmiştir.
Sonuç
Anlatı
teorisi, 20. yüzyılın ikinci yarısında Anlatıbilim’in başlı başına bir bilim
dalı olarak kurulmasıyla birlikte sistematik bir hal almıştır. 20. yüzyılın
sonlarından itibaren displinlerarası bir alan haline dönüşerek uluslararası bir
saygınlığa ulaşmıştır.
Kaynakça
Çıraklı,
Mustafa Zeki. Anlatıbilim: Kuramsal
Okumalar. Hece Yayınları, Ankara 2015.
Dervişcemaloğlu,
Bahar. Anlatıbilime Giriş. Dergâh
Yayınları, İstanbul 2014.
Jahn, Manfred. Anlatıbilim: Anlatı Teorisi El Kitabı. Çev. Bahar Dervişcemaloğlu,
2. Bs. Dergâh Yayınları, İstanbul 2015.
[1] Bahar Dervişcemaloğlu, Anlatıbilime Giriş, Dergâh Yayınları,
İstanbul 2014, s.45.
[3] age, s.53.
[4] Manfred Jahn, Anlatıbilim: Anlatı
Teorisi El Kitabı, çev. Bahar Dervişcemaloğlu, 2.bs., Dergâh Yayınları,
İstanbul 2015., s.13.
[5] Bkz. Saklanma Stratejileri.
[6] Anlatıcı, hikâyedeki
karakterlerden biridir.
[7] Anlatıcı, hikâyede eylem düzeyinde
yer alan bir karakter değildir.
[8] age, s.16.
[9] “(…) anlatıbilimin temel
ayrımlarının ve kategorilerinin büyük kısmı, kaynağını Aristo’nun Poetika’sından almaktadır.” (age, s.17)
[10] Bu yapısal katalog çalışması
Propp’un incelemesinden çok daha erken tarihlidir.
[11] Karmaşık bir gösterge olan
anlatısal metin için de şöyle bir ayırım formüle edilebilir: Gösteren “söylem”
(discourse); Gösterilen “öykü” (story)
[13] Prag Dilbilim Çevresi.
[15] Göstergebilimsel Dörtgen.
[17] age, s.33.
[18] Fludernik’in “Doğal Anlatıbilim”i
(1996)