6 Mart 2017 Pazartesi

Hasan Hüseyin Korkmazgil'in Akarsuya Bırakılan Mektup Şiirinin Tahlili


Hasan Hüseyin, 1960 kuşağı toplumcu gerçekçi sanatçılarındandır. Çok farklı alanlarda yazmasına rağmen, en çok şiirleriyle tanınır. Şiire olan ilgisi çocuk yaşlarında başlamış, ölümüne kadar sürmüştür. İlk şiirlerinde Nâzım Hikmet ve Attila İlhan etkisi görülür. Şairin, ustam dediği Nâzım Hikmet, onun şiirlerini toplumculuğu yönüyle etkilerken, Attila İlhan bireyselliği yönünde etkiler. Toplumcu gerçekçi şiirin önde gelen temsilcilerinden biri olan Hasan Hüseyin Korkmazgil, Türkiye’nin siyasal bir dönüşüm geçirdiği tek parti döneminden Demokrat Parti iktidarına geçiş sürecinde ve sonrasında etkili olmuştur. Divan şiiri ve halk şiirinin yanında Batı edebiyatını da bilen şair, bu üç kaynağı temel alarak şiirini inşa eder. Geleneği reddetmeyen Hasan Hüseyin, dilde aşırılığa gitmemiştir. Özellikle aşk şiiri yazma gereği görmeyen şair, hayatı aşkın dışında görmez. Şiirlerinde yalnızca Hasan Hüseyin imzasını kullanır. Toplumcu gerçekçi anlayışı benimsediğini çeşitli yazılarında ortaya koyan Hasan Hüseyin, sanatını tamamıyla bu anlayışa teslim etmez.
İlk olarak 1976’da basılan Koçero Vatan Şiiri, Hasan Hüseyin’in dokuzuncu şiir kitabıdır. Bu toprakların gelmiş geçmiş bütün ustalarının anısına ithaf edilen kitabın Ben Bir Uslanmaz Ozanım başlığını taşıyan bir önsözü bulunur. Kitapta üç bölüm vardır: Olgunlaşan Ağrı[1], Başka Bahçelerden ve Yitik Şiirler. Olgunlaşan Ağrı adlı bölümde otuz yedi adet şiir bulunur. Bunlardan yalnızca bir tanesi aşk temine yakındır: Akarsuya Bırakılan Mektup.
On altı dizeden oluşan şiirin başında epigraf bulunur. Şiirin kalanına göre, daha kısa dizelerle ve italik yazılmıştır bu bölüm. Gül dalı gibi, incecik birinden söz edilir. Bu kısımda üçüncü tekil kişi zamiri söz konusudur. Gül dalına benzetilen kişinin, ölümlülüğü ve kırılganlığı vurgulanır. Şairin dokunsa bile kırılacak olan gül dalı, biri dokunmasa da kuruyacaktır. Her durumda sonu acıyla bitecektir. Bu kısımdaki anlatım, şiirin kalan kısmına göre daha yoğun ve kapalıdır. İncecik olmak durumu fizikî anlamda zarafeti çağrıştırsa da ruhî boyutu da yadsınmamalıdır. Söz konusu kişinin bir kadın olduğunu varsaymak hatalı olmaz bu durumda. Sevgilinin inceliğinin gül dalına benzetilmesi de tesadüf değildir. Herhangi bir ağacın dalından çok daha incedir gül dalı ve de kırılgan. Gül, geleneksel edebiyatımızda da sıkça sevgili ile birlikte kullanılmış bir semboldür. Ayrıca incelik durumunun dokunsam kırılacaktı ifadesiyle de vurgulanması akla halk deyimlerini getirir. Gelenekten bağımsız düşünülemeyecek olan şair de bu kavramı özellikle kullanmış olmalıdır. Şair, kırılgan sevgiliyle dokunmamayı tercih eder fakat o zaman da gül dalı kurur. Şairin kurudu dizesini diğer dizelerin hizasından ilerde kullanmasının nedeni, gül dalının kurumasından önce araya zaman girmesi olabilir. Dokunmayla dahi kırılacak gül dalını kurutacak tek şey mevsim döngüsüdür. Sonbahar geldiğinde birçok bitki gibi, gül de hayata veda eder. Böylece gül dalı da kurumuş olur.
incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
            dokunmadım
                        kurudu
            Şiirin epigram bölümündeki üçüncü tekil kişi kullanımı, kalan iki kısımda ikinci tekil kişiye –sen- yerini bırakır. Tüm şiirde göze çarpan bir diğer unsur da dize başlarında küçük harf kullanımıdır. Dize sonlarında noktalama işaretine de rastlanmaz. Epigraftaki sonbahar imgesi, şiirin birinci bölümünde açıkça dile getirilir. Sevgiliye hitap vardır bu bölümde,
            gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Eğer sevgili gidecek olursa, şair sonbahar olacak. Sonbahar imgesi, ayrılık ve ölümü çağrıştırır. Sonbahar olmak da şaire özgü bir ifade olması yönüyle orijinaldir. Önce sonbahar olur şair, sonra da bir hiç. Şair, sonbahar ile özdeşleşir. Yaz bitimiyle sonbahar geldiğinde dünyadaki canlılık da sevgili gibi gider. Sevgilinin gidişiyle sonbaharın gelişi birbirine bağlanır.
            ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
Sevgili giderse eğer, sonbahar gelir ve ağaçlar boyunlarını bükmek zorunda kalırlar. Doğadaki mevsimsel değişiklikler de sevgilinin terk edişine bağlanır. Sanki sevgili gitmese, sonbahar gelmeyecekmiş gibi. Anlamdaki bu incelik akla hüsn-i ta’lil sanatını getirir. Ağaçların boyunlarını bükmesi ifadesi de kişileştirilmiş olur bu durumda. Boyun bükmek insana özgü bir eylemdir ve hüznü çağrıştırır. Ağaçların boyunlarını bükmesi de yapraklarının dökülmesi, eski canlılıklarını kaybetmeleri olarak düşünülebilir. Bu dizede yalvarma da söz konusu artık. Birinci dizede gitme deniyordu yalnızca. İkinci dizede gitmek yerine n’olursun ifadesi kullanılır. N’olursun kullanımı akla halk şiirindeki ölçüye uydurma girişimlerini getirir. Üçüncü dizede, şair akşam oluyor  bu kez,
            neden akşam oluyorum tren kalkınca
            kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Trenin kalkması akla yine ayrılığı getirir. Trenin kalkması, sevgilinin gidişiyle de ilgili olduğu için, bu kez akşam olur şair. Sonbahar ve akşam birbiriyle alakalı imgelerdir. Sonbahar geldiğinde kaybolan canlılık, sıcaklıktır. Akşam olduğunda da gün biter, hayatın hareketliliği ve aydınlık sona erer. Karanlık ve yalnızlık belirir çoğu zaman. Özellikle sonbahar mevsiminde akşam çok daha erken başlar ve uzun sürer. Bu bakımdan trenin kalkışı akla sevgilinin gidişini getirdiği için şair de akşam gibi hisseder kendini. Canlılığını kaybeder, kararır ve yalnızlaşır. Akşam da sonbaharın kısa bir versiyonu gibidir. Kırlangıçların birdenbire çekip gitmeleri de yazın bittiğini ve sonbaharın geleceğini işaret eder. Kırlangıç, göçmen kuşlardandır. Yaz mevsiminin bittiği yerlerde barınamaz, sıcak iklimlerin yaşandığı yerlere göç ederler. Şair, kırlangıçların birdenbire çekip gitmelerine bağlı olarak da akşam olur. neden derken de bunun sebebinden haberdar değilmiş gibi görünür. Mendiller sallanınca da tıkanır şair,
            mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
Veda anlarında mendil sallanır. Giden kişi, ardında bıraktığına mendil sallar. Dolayısıyla mendil yine ayrılığı ve terk edilmişliği akla getirir. Tıkanmak sözcüğü de düzgün şekilde nefes alamama durumuna işaret eder. Şair, sevgilinin gidişinden korktuğu için, mendil sallanınca tıkanır. Nefes almakta güçlük çeker. Çünkü, sevgilinin gidebilecek olması ihtimali bile ona hüzün verir. Sevgilinin gidişi ve sonbaharın gelişi birdenbiredir ve acımasız,
            öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
            az önceki çiçekler nasıl da diken diken
Sevgilinin gitme ihtimali üzerine düşünmeye devam eder Hasan Hüseyin. Sevgilin gidişi acımasız ve birdenbiredir. Tıpkı, o gittiğinde gelen sonbahar gibi. Giden sevgili acımasız, çünkü şairin onca sözüne rağmen kalmıyor, gitmeyi tercih ediyor. Birdenbirelik ise onun gidişini kuvvetlendiren bir sözcüktür. Vedaya bile gerek görmeden, aniden gidişi vurgulamak için seçilmiş gibidir. Sonbaharın gelişi de acımasız ve birdenbiredir. Kaçınılmaz olması sebebiyle acımasızdır, ne olursa olsun yaz mevsiminden sonra sonbahar gelecektir. Yaz gibi sıcak ve hayat dolu bir mevsimden sonra gelmesi de birdenbireliği açıklar. az önce ifadesi yaz mevsimini düşündürür. Yaz’ın çiçekleri sonbahar geldiğinde diken diken olurlar. Bu diken dikenlik çiçeklerin kurumasını çağrıştırır. Sonbahar geldiğinde çiçekler kurur ve kurumuş çiçek de ele diken hissi verebilir. az önceki çiçekler’in diken diken olması sevgilinin gidişiyle de ilişkilidir elbette ki. Bu durumda, sevgili o kadar aniden gider ki az önce çiçek olan bitkiler birdenbire dikenleşir. Çiçek gibi güzel bit bitkiye kıyan sevgili de acımasız görülür şair tarafından. Ayrıca, diken diken ifadesi duygulanmayı ve üşümeyi de çağrıştırır. Sevgilinin gidişinden çok etkilenen çiçekler diken diken olabileceği gibi, sevgilinin gidişi dolayısıyla sonbaharın gelişi çiçekleri üşüteceğinden de diken diken olabilir çiçekler. Birinci bölümün ilk dizesi, bölüm sonunda aynen tekrar edilir,
            gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Bu dize, hem anlamı vurgulaması bakımından hem de ahenk sağlamasıyla önemlidir. Sevgilinin gitmemesi söylenirken, birçok neden gösterilir bölüm boyunca. Bölüm sonunda da şair dileğini tekrar dile getirir. İkinci dizedeki boyunlarını büken ağaçlar ve yedinci dizedeki diken diken olan çiçekler de şairi akla getirir bölümün tamamına bakıldığında. Sonbahar geldiğinde ağaçlar da boyunlarını büker, şair de. Çünkü sonbaharın gelişi, sevgilinin gidişi demektir. Aynı bakış açısından yaklaşıldığında, çiçekler de diken dikendir sevgili gittiğinde, şair de. Birdenbire çekip gidişleri itibariyle kırlangıç ve sevgili de özdeştir, denilebilir.
            Şiirin ikinci bölümünde sevgilinin gitme ihtimali ortada olmayan zamanlardan bahsedilir. Henüz sonbahar da yoktur elbette. Fakat, şair bu zamanların artık geçtiğinin de bilincindedir.
            o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
            o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
İki dizenin başındaki o sıfatı, ifadeye geçmiş zaman anlamı verir. O sular, o elma, o kuş şaire uzak olan şeylerdir. Birinci bölümdeki sevgiliye sesleniş, bu dizelerde yerini birinci çoğul kişiye –biz- bırakır. Şair ve sevgiliden ibaret olmalıdır buradaki biz. Sevgili henüz gitmek fikrine sahip değilken, ortada sonbahar yokken, şair akşam olmamışken olanlardan bahsedilir bu iki dizede. o sularda çimdik, bitti sevgiliyle birlikte olunan zaman bitmiştir artık. Çimmek ifadesinin de Anadolu’ya has olduğunu söylemek yerinde olur. Şair, sevgiliyle aynı sularda çimdiği, aynı köprülerden geçtiği zamanı anar. Ama her ifadeden sonra bitti diyerek, artık sevgiliyle eskisi gibi olunamayacağını anlatmak ister gibidir. Elmanın tadı, sevgilinin gitmeyi düşünmediği zamanda kalmıştır. Kuş da çoktan ötmüştür. Bunların hepsi, sevgili gitme fikrine uzakken olur ve artık sevgilinin gitme ihtimali ortadayken tüm bunlar yok olmaya mahkûmdur. Çünkü, sevgilinin gidişiyle zaten sonbahar gelecek ve tüm bu yapılan şeylerin tadı kalmayacaktır. Çocuklar bir şey söylemeye çalışırken, dikkat çekmek isterler. Ama sevgili ve şair artık çocuk değildir,
            artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Şair, ilk bölümde sevgilinin gitmemesi için söylediği onca sözden sonra susarak da istediğini anlatabileceğini düşünür. Suskunluğun bir şeyler anlatması ifadesi kendi içinde kırgınlık da barındırır. Esasen bu dizede yine eski günlere atıfta bulunulur. Önemli olan çocuk olunmuş zamandır. Şair, günleri devlet alacağına, yılları da bir kadehçik buzlu rakıya benzetir.
            günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
Günlerin devlet alacağına benzetilmesi, devletin alacaklarını küçük taksitlerle uzun vadede tahsil etmesini akla getirir. Günlerin kısa oluşu itibariyle bu benzetme biçimi seçilmiş olmalıdır. Yıllar ise bir kadehçik buzlu rakıdır. Rakı hem bir kadehtir hem de “-cik” ekiyle küçültülmüştür. Üstelik rakı buzlu oluşu yönüyle az olmak durumundadır. Bardağın içinde buz yer alacaksa sıvı da o oranda az olacaktır. Ayrıca, rakı suyla içilebilen bir alkollü içecektir. Tüm bu yönler yılların çabuk geçiyormuş izlenimi verişini düşündürür. Günlerin kısa oluşu da yine sonbaharı çağrıştırır. Şair, zamanın hızlı geçtiğini düşünür. Şiirde açık olarak belirtilmese de bu hisse yaşlanmaktan korku duyan insanlar kapılır. Şair, oyunları oyuncaksı, oyuncakları da eski bir şarkı olarak düşünür,
            oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Oyun, çocuklukla ilişkili bir ifade olduğu için masumiyeti temsil eder. Oyunların oyuncaksı oluşu ise, bu masumiyetin yapay oluşunu düşündürür. Oyuncaklar, eski bir şarkı gibidir. Geçmişe aittir. Bu dizede eski zamana duyulan özlem sezilir. Eski şarkılar da oyuncaklar da bize geçmiş zamanı hatırlatırlar ve bu yüzden değerlidirler. Kavak ağaçlarına oklu yürek çizmek de geçmiş zamanı anımsatır,
            kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
Oyuncaklar ve eski şarkılardan sonra, maziyi hatırlatan şeylerden biri de kavak ağaçlarına içinden ok geçen kalp resimleri kazımaktır. Şairin kalp yerine yürek sözcüğünü tercih edişi dizedeki hüznü açığa çıkarır gibidir. Çakı, kesici bir alettir. Kavak ağacına oklu yürek çizebilmesi için ağacı kesmesi gerekir. Ayrıca yürek resminin ortasından ok geçmesi de ayrılık, keder işaretidir. Sevgiliyle ilişkilendirildiğinde karşılıksız aşkı akla getirir. Yani kavak ağacındaki kalp kırıktır. Bu davranış, gençliği akla getirir. İnsanlar genç yaşlarında aşkın acısını yaşadıklarında bunu somut şeylere yansıtmak isterler. Sonraki dizede şair, kan sarhoşluğunu anar,
            Nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Nerde şimdi ifadesinin tekrarlanması hem ahengi sağlayan bir unsurdur hem de kan sarhoşluğunun hatırlandığını ve özlendiğini anlatması bakımından anlam taşır. Kan sarhoşluğu, Hasan Hüseyin’e özgüdür. Vücuttaki kan seviyesinin düşmesi, sarhoşluk gibi bir his oluşturabileceği gibi, vücuttaki alkol oranın belli bir seviyeye gelmesiyle sarhoşluk belirtileri görülmeye de başlar. Kan sarhoşluğu, akla cinayetten ve ölümden alınan zevki de getirebileceği gibi, bunların içinden şiirle en uyumlu olanı, esas sarhoşluğu oluşturan fazla alkol seviyesiyle ilgili olandır. Şair, sarhoş olacak kadar içki içmeyi özlüyor gibidir. Bu yönüyle dize yine gençlik özlemini çağrıştırır. Gençken düşüncesizce ve sonunu düşünmeden sarhoş olunur genellikle. Şair bu bağlamda gençliğini özler, denilebilir. Şiir, ilk bölümde yinelenen dizeyle sona erer,
            gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Birinci bölümün hem ilk hem de son dizesi, şiirin sonunda dile getirilir. Çünkü, şiirin kalan bölümünde, şairin düşünceleri sevgilinin gitme durumuna bağlı olarak belirir. İkinci bölümde, şair gençliğini anımsar. Bu anımsanan zaman, muhtemelen sevgilinin uzakta olmadığı bir dönemdir. Çünkü, geçmişi özlemle anar. Şiirin temi aşk olmakla birlikte, üzerinde durulan imge sonbahardır. Şair, sonbahar olmak istemez. Dizelerin hemen hepsinde de sonbahara ve onun neticelerine gönderme vardır. Sonbahar, çaresizliği, yalnızlığı çağrıştırır. Sevgili gidince tüm olumsuz duygular da bu gidişle birlikte belirecektir.
            Şiirin tamamında kullanılan küçük harfler akla Attila İlhan’ı getirir. Ayrıca sonbahar imgesi, akşamın olumsuzluğu, tren kalkışlarının ayrılığı akla getirmesi yönüyle Attila İlhan’ın Sisler Bulvarı şiiriyle benzerlikler gösterir.
           
KAYNAKÇA
KORKMAZGİL, Hasan Hüseyin, Koçero Vatan Şiiri, Bilgi Yayınevi, Ankara 1993.
TÜRK, Hatem, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Doktora Tezi, Erzurum 2010.





[1] Hasan Hüseyin, kitabın önsözünde, 1951’lerin siyasal koşulları içinde, gün ışığına çıkamadan yok edilen kitap taslaklarımdan bazılarının adları şöyleydi: “Olgunlaşan Ağrı”, “İhtiyar Karanlık”, vb… Yirmi dört yıl sonra bugün, “Koçero Vatan Şiiri” adlı kitabımın ilk bölümünün adı: “Olgunlaşan Ağrı” der. (s.12)

YERALTI

YERALTINDAN NOTLAR HAKKINDA                        GİRİŞ             Romanın ortaya çıkışı Avrupa’nın Rönesans’la yaşadığı bü...