Hasan
Hüseyin, 1960 kuşağı toplumcu gerçekçi sanatçılarındandır. Çok farklı alanlarda
yazmasına rağmen, en çok şiirleriyle tanınır. Şiire olan ilgisi çocuk
yaşlarında başlamış, ölümüne kadar sürmüştür. İlk şiirlerinde Nâzım Hikmet ve
Attila İlhan etkisi görülür. Şairin, ustam
dediği Nâzım Hikmet, onun şiirlerini toplumculuğu yönüyle etkilerken,
Attila İlhan bireyselliği yönünde etkiler. Toplumcu gerçekçi şiirin önde gelen
temsilcilerinden biri olan Hasan Hüseyin Korkmazgil, Türkiye’nin siyasal bir
dönüşüm geçirdiği tek parti döneminden Demokrat Parti iktidarına geçiş
sürecinde ve sonrasında etkili olmuştur. Divan şiiri ve halk şiirinin yanında
Batı edebiyatını da bilen şair, bu üç kaynağı temel alarak şiirini inşa eder.
Geleneği reddetmeyen Hasan Hüseyin, dilde aşırılığa gitmemiştir. Özellikle aşk
şiiri yazma gereği görmeyen şair, hayatı aşkın dışında görmez. Şiirlerinde
yalnızca Hasan Hüseyin imzasını
kullanır. Toplumcu gerçekçi anlayışı benimsediğini çeşitli yazılarında ortaya
koyan Hasan Hüseyin, sanatını tamamıyla bu anlayışa teslim etmez.
İlk
olarak 1976’da basılan Koçero Vatan Şiiri,
Hasan Hüseyin’in dokuzuncu şiir kitabıdır. Bu
toprakların gelmiş geçmiş bütün ustalarının anısına ithaf edilen kitabın Ben Bir Uslanmaz Ozanım başlığını
taşıyan bir önsözü bulunur. Kitapta üç bölüm vardır: Olgunlaşan Ağrı[1],
Başka Bahçelerden ve Yitik Şiirler.
Olgunlaşan Ağrı adlı bölümde otuz yedi adet şiir bulunur. Bunlardan yalnızca
bir tanesi aşk temine yakındır: Akarsuya
Bırakılan Mektup.
On
altı dizeden oluşan şiirin başında epigraf bulunur. Şiirin kalanına göre, daha
kısa dizelerle ve italik yazılmıştır bu bölüm. Gül dalı gibi, incecik birinden
söz edilir. Bu kısımda üçüncü tekil kişi zamiri söz konusudur. Gül dalına
benzetilen kişinin, ölümlülüğü ve kırılganlığı vurgulanır. Şairin dokunsa bile
kırılacak olan gül dalı, biri dokunmasa da kuruyacaktır. Her durumda sonu
acıyla bitecektir. Bu kısımdaki anlatım, şiirin kalan kısmına göre daha yoğun
ve kapalıdır. İncecik olmak durumu
fizikî anlamda zarafeti çağrıştırsa da ruhî boyutu da yadsınmamalıdır. Söz konusu
kişinin bir kadın olduğunu varsaymak hatalı olmaz bu durumda. Sevgilinin
inceliğinin gül dalına benzetilmesi de tesadüf değildir. Herhangi bir ağacın
dalından çok daha incedir gül dalı ve de kırılgan. Gül, geleneksel
edebiyatımızda da sıkça sevgili ile birlikte kullanılmış bir semboldür. Ayrıca
incelik durumunun dokunsam kırılacaktı ifadesiyle
de vurgulanması akla halk deyimlerini getirir. Gelenekten bağımsız
düşünülemeyecek olan şair de bu kavramı özellikle kullanmış olmalıdır. Şair,
kırılgan sevgiliyle dokunmamayı tercih eder fakat o zaman da gül dalı kurur.
Şairin kurudu dizesini diğer
dizelerin hizasından ilerde kullanmasının nedeni, gül dalının kurumasından önce
araya zaman girmesi olabilir. Dokunmayla dahi kırılacak gül dalını kurutacak
tek şey mevsim döngüsüdür. Sonbahar geldiğinde birçok bitki gibi, gül de hayata
veda eder. Böylece gül dalı da kurumuş olur.
incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu
Şiirin
epigram bölümündeki üçüncü tekil kişi kullanımı, kalan iki kısımda ikinci tekil
kişiye –sen- yerini bırakır. Tüm şiirde göze çarpan bir diğer unsur da dize
başlarında küçük harf kullanımıdır. Dize sonlarında noktalama işaretine de
rastlanmaz. Epigraftaki sonbahar imgesi, şiirin birinci bölümünde açıkça dile
getirilir. Sevgiliye hitap vardır bu bölümde,
gitme,
sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Eğer
sevgili gidecek olursa, şair sonbahar olacak. Sonbahar imgesi, ayrılık ve ölümü
çağrıştırır. Sonbahar olmak da şaire
özgü bir ifade olması yönüyle orijinaldir. Önce sonbahar olur şair, sonra da
bir hiç. Şair, sonbahar ile özdeşleşir. Yaz bitimiyle sonbahar geldiğinde
dünyadaki canlılık da sevgili gibi gider. Sevgilinin gidişiyle sonbaharın
gelişi birbirine bağlanır.
ağaçlar
bükmesinler n’olursun boyunlarını
Sevgili
giderse eğer, sonbahar gelir ve ağaçlar boyunlarını bükmek zorunda kalırlar.
Doğadaki mevsimsel değişiklikler de sevgilinin terk edişine bağlanır. Sanki
sevgili gitmese, sonbahar gelmeyecekmiş gibi. Anlamdaki bu incelik akla hüsn-i ta’lil sanatını getirir.
Ağaçların boyunlarını bükmesi ifadesi de kişileştirilmiş olur bu durumda. Boyun
bükmek insana özgü bir eylemdir ve hüznü çağrıştırır. Ağaçların boyunlarını
bükmesi de yapraklarının dökülmesi,
eski canlılıklarını kaybetmeleri olarak düşünülebilir. Bu dizede yalvarma da
söz konusu artık. Birinci dizede gitme deniyordu
yalnızca. İkinci dizede gitmek yerine n’olursun
ifadesi kullanılır. N’olursun kullanımı akla halk şiirindeki ölçüye uydurma
girişimlerini getirir. Üçüncü dizede, şair akşam oluyor bu kez,
neden
akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar
birdenbire çekip gidince
Trenin
kalkması akla yine ayrılığı getirir. Trenin kalkması, sevgilinin gidişiyle de
ilgili olduğu için, bu kez akşam olur şair. Sonbahar ve akşam birbiriyle
alakalı imgelerdir. Sonbahar geldiğinde kaybolan canlılık, sıcaklıktır. Akşam
olduğunda da gün biter, hayatın hareketliliği ve aydınlık sona erer. Karanlık
ve yalnızlık belirir çoğu zaman. Özellikle sonbahar mevsiminde akşam çok daha
erken başlar ve uzun sürer. Bu bakımdan trenin kalkışı akla sevgilinin gidişini
getirdiği için şair de akşam gibi hisseder kendini. Canlılığını kaybeder,
kararır ve yalnızlaşır. Akşam da sonbaharın kısa bir versiyonu gibidir. Kırlangıçların
birdenbire çekip gitmeleri de yazın bittiğini ve sonbaharın geleceğini işaret
eder. Kırlangıç, göçmen kuşlardandır. Yaz mevsiminin bittiği yerlerde
barınamaz, sıcak iklimlerin yaşandığı yerlere göç ederler. Şair, kırlangıçların
birdenbire çekip gitmelerine bağlı olarak da akşam olur. neden derken de bunun sebebinden haberdar değilmiş gibi görünür.
Mendiller sallanınca da tıkanır şair,
mendiller
sallanınca neden tıkanıyorum
Veda
anlarında mendil sallanır. Giden kişi, ardında bıraktığına mendil sallar. Dolayısıyla
mendil yine ayrılığı ve terk edilmişliği akla getirir. Tıkanmak sözcüğü de
düzgün şekilde nefes alamama durumuna işaret eder. Şair, sevgilinin gidişinden
korktuğu için, mendil sallanınca tıkanır. Nefes almakta güçlük çeker. Çünkü,
sevgilinin gidebilecek olması ihtimali bile ona hüzün verir. Sevgilinin gidişi
ve sonbaharın gelişi birdenbiredir ve acımasız,
öyle
çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az
önceki çiçekler nasıl da diken diken
Sevgilinin
gitme ihtimali üzerine düşünmeye devam eder Hasan Hüseyin. Sevgilin gidişi
acımasız ve birdenbiredir. Tıpkı, o gittiğinde gelen sonbahar gibi. Giden
sevgili acımasız, çünkü şairin onca sözüne rağmen kalmıyor, gitmeyi tercih
ediyor. Birdenbirelik ise onun gidişini kuvvetlendiren bir sözcüktür. Vedaya
bile gerek görmeden, aniden gidişi vurgulamak için seçilmiş gibidir. Sonbaharın
gelişi de acımasız ve birdenbiredir. Kaçınılmaz olması sebebiyle acımasızdır,
ne olursa olsun yaz mevsiminden sonra sonbahar gelecektir. Yaz gibi sıcak ve
hayat dolu bir mevsimden sonra gelmesi de birdenbireliği açıklar. az önce ifadesi yaz mevsimini
düşündürür. Yaz’ın çiçekleri sonbahar geldiğinde diken diken olurlar. Bu diken dikenlik çiçeklerin kurumasını
çağrıştırır. Sonbahar geldiğinde çiçekler kurur ve kurumuş çiçek de ele diken
hissi verebilir. az önceki çiçekler’in
diken diken olması sevgilinin gidişiyle de ilişkilidir elbette ki. Bu durumda,
sevgili o kadar aniden gider ki az önce çiçek olan bitkiler birdenbire
dikenleşir. Çiçek gibi güzel bit bitkiye kıyan sevgili de acımasız görülür şair
tarafından. Ayrıca, diken diken ifadesi duygulanmayı ve üşümeyi de çağrıştırır.
Sevgilinin gidişinden çok etkilenen çiçekler diken diken olabileceği gibi,
sevgilinin gidişi dolayısıyla sonbaharın gelişi çiçekleri üşüteceğinden de
diken diken olabilir çiçekler. Birinci bölümün ilk dizesi, bölüm sonunda aynen
tekrar edilir,
gitme,
sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Bu
dize, hem anlamı vurgulaması bakımından hem de ahenk sağlamasıyla önemlidir.
Sevgilinin gitmemesi söylenirken, birçok neden gösterilir bölüm boyunca. Bölüm
sonunda da şair dileğini tekrar dile getirir. İkinci dizedeki boyunlarını büken
ağaçlar ve yedinci dizedeki diken diken olan çiçekler de şairi akla getirir
bölümün tamamına bakıldığında. Sonbahar geldiğinde ağaçlar da boyunlarını
büker, şair de. Çünkü sonbaharın gelişi, sevgilinin gidişi demektir. Aynı bakış
açısından yaklaşıldığında, çiçekler de diken dikendir sevgili gittiğinde, şair
de. Birdenbire çekip gidişleri itibariyle kırlangıç ve sevgili de özdeştir,
denilebilir.
Şiirin ikinci bölümünde sevgilinin
gitme ihtimali ortada olmayan zamanlardan bahsedilir. Henüz sonbahar da yoktur
elbette. Fakat, şair bu zamanların artık geçtiğinin de bilincindedir.
o
sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
o
elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
İki
dizenin başındaki o sıfatı, ifadeye
geçmiş zaman anlamı verir. O sular, o elma, o kuş şaire uzak olan şeylerdir.
Birinci bölümdeki sevgiliye sesleniş, bu dizelerde yerini birinci çoğul kişiye
–biz- bırakır. Şair ve sevgiliden ibaret olmalıdır buradaki biz. Sevgili henüz
gitmek fikrine sahip değilken, ortada sonbahar yokken, şair akşam olmamışken
olanlardan bahsedilir bu iki dizede. o
sularda çimdik, bitti sevgiliyle birlikte olunan zaman bitmiştir artık. Çimmek ifadesinin de Anadolu’ya has
olduğunu söylemek yerinde olur. Şair, sevgiliyle aynı sularda çimdiği, aynı
köprülerden geçtiği zamanı anar. Ama her ifadeden sonra bitti diyerek, artık sevgiliyle eskisi gibi olunamayacağını
anlatmak ister gibidir. Elmanın tadı, sevgilinin gitmeyi düşünmediği zamanda
kalmıştır. Kuş da çoktan ötmüştür. Bunların hepsi, sevgili gitme fikrine
uzakken olur ve artık sevgilinin gitme ihtimali ortadayken tüm bunlar yok
olmaya mahkûmdur. Çünkü, sevgilinin gidişiyle zaten sonbahar gelecek ve tüm bu
yapılan şeylerin tadı kalmayacaktır. Çocuklar bir şey söylemeye çalışırken,
dikkat çekmek isterler. Ama sevgili ve şair artık çocuk değildir,
artık
çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Şair,
ilk bölümde sevgilinin gitmemesi için söylediği onca sözden sonra susarak da
istediğini anlatabileceğini düşünür. Suskunluğun bir şeyler anlatması ifadesi
kendi içinde kırgınlık da barındırır. Esasen bu dizede yine eski günlere atıfta
bulunulur. Önemli olan çocuk olunmuş zamandır. Şair, günleri devlet alacağına,
yılları da bir kadehçik buzlu rakıya benzetir.
günler
devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
Günlerin
devlet alacağına benzetilmesi, devletin alacaklarını küçük taksitlerle uzun
vadede tahsil etmesini akla getirir. Günlerin kısa oluşu itibariyle bu benzetme
biçimi seçilmiş olmalıdır. Yıllar ise bir kadehçik buzlu rakıdır. Rakı hem bir
kadehtir hem de “-cik” ekiyle küçültülmüştür. Üstelik rakı buzlu oluşu yönüyle
az olmak durumundadır. Bardağın içinde buz yer alacaksa sıvı da o oranda az
olacaktır. Ayrıca, rakı suyla içilebilen bir alkollü içecektir. Tüm bu yönler
yılların çabuk geçiyormuş izlenimi verişini düşündürür. Günlerin kısa oluşu da
yine sonbaharı çağrıştırır. Şair, zamanın hızlı geçtiğini düşünür. Şiirde açık
olarak belirtilmese de bu hisse yaşlanmaktan korku duyan insanlar kapılır. Şair,
oyunları oyuncaksı, oyuncakları da eski bir şarkı olarak düşünür,
oyunlar
oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Oyun,
çocuklukla ilişkili bir ifade olduğu için masumiyeti temsil eder. Oyunların
oyuncaksı oluşu ise, bu masumiyetin yapay oluşunu düşündürür. Oyuncaklar, eski
bir şarkı gibidir. Geçmişe aittir. Bu dizede eski zamana duyulan özlem sezilir.
Eski şarkılar da oyuncaklar da bize geçmiş zamanı hatırlatırlar ve bu yüzden
değerlidirler. Kavak ağaçlarına oklu yürek çizmek de geçmiş zamanı anımsatır,
kavaklara
oklu yürek çizip duran o çakı
Oyuncaklar
ve eski şarkılardan sonra, maziyi hatırlatan şeylerden biri de kavak ağaçlarına
içinden ok geçen kalp resimleri kazımaktır. Şairin kalp yerine yürek sözcüğünü
tercih edişi dizedeki hüznü açığa çıkarır gibidir. Çakı, kesici bir alettir.
Kavak ağacına oklu yürek çizebilmesi için ağacı kesmesi gerekir. Ayrıca yürek
resminin ortasından ok geçmesi de ayrılık, keder işaretidir. Sevgiliyle
ilişkilendirildiğinde karşılıksız aşkı akla getirir. Yani kavak ağacındaki kalp
kırıktır. Bu davranış, gençliği akla getirir. İnsanlar genç yaşlarında aşkın
acısını yaşadıklarında bunu somut şeylere yansıtmak isterler. Sonraki dizede
şair, kan sarhoşluğunu anar,
Nerde
şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Nerde
şimdi ifadesinin tekrarlanması hem ahengi sağlayan bir unsurdur hem de kan
sarhoşluğunun hatırlandığını ve özlendiğini anlatması bakımından anlam taşır.
Kan sarhoşluğu, Hasan Hüseyin’e özgüdür. Vücuttaki kan seviyesinin düşmesi,
sarhoşluk gibi bir his oluşturabileceği gibi, vücuttaki alkol oranın belli bir
seviyeye gelmesiyle sarhoşluk belirtileri görülmeye de başlar. Kan sarhoşluğu,
akla cinayetten ve ölümden alınan zevki de getirebileceği gibi, bunların
içinden şiirle en uyumlu olanı, esas sarhoşluğu oluşturan fazla alkol
seviyesiyle ilgili olandır. Şair, sarhoş olacak kadar içki içmeyi özlüyor
gibidir. Bu yönüyle dize yine gençlik özlemini çağrıştırır. Gençken
düşüncesizce ve sonunu düşünmeden sarhoş olunur genellikle. Şair bu bağlamda
gençliğini özler, denilebilir. Şiir, ilk bölümde yinelenen dizeyle sona erer,
gitme,
sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Birinci
bölümün hem ilk hem de son dizesi, şiirin sonunda dile getirilir. Çünkü, şiirin
kalan bölümünde, şairin düşünceleri sevgilinin gitme durumuna bağlı olarak
belirir. İkinci bölümde, şair gençliğini anımsar. Bu anımsanan zaman,
muhtemelen sevgilinin uzakta olmadığı bir dönemdir. Çünkü, geçmişi özlemle anar.
Şiirin temi aşk olmakla birlikte, üzerinde durulan imge sonbahardır. Şair,
sonbahar olmak istemez. Dizelerin hemen hepsinde de sonbahara ve onun
neticelerine gönderme vardır. Sonbahar, çaresizliği, yalnızlığı çağrıştırır.
Sevgili gidince tüm olumsuz duygular da bu gidişle birlikte belirecektir.
Şiirin tamamında kullanılan küçük
harfler akla Attila İlhan’ı getirir. Ayrıca sonbahar imgesi, akşamın
olumsuzluğu, tren kalkışlarının ayrılığı akla getirmesi yönüyle Attila İlhan’ın
Sisler Bulvarı şiiriyle benzerlikler
gösterir.
KAYNAKÇA
KORKMAZGİL,
Hasan Hüseyin, Koçero Vatan Şiiri, Bilgi
Yayınevi, Ankara 1993.
TÜRK,
Hatem, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in
Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Doktora Tezi, Erzurum 2010.
[1] Hasan
Hüseyin, kitabın önsözünde, 1951’lerin
siyasal koşulları içinde, gün ışığına çıkamadan yok edilen kitap taslaklarımdan
bazılarının adları şöyleydi: “Olgunlaşan Ağrı”, “İhtiyar Karanlık”, vb… Yirmi
dört yıl sonra bugün, “Koçero Vatan Şiiri” adlı kitabımın ilk bölümünün adı:
“Olgunlaşan Ağrı” der. (s.12)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.