Halil Berktay’ın “Dört
Tarihçinin Sosyal Portresi” Adlı Makalesine Kısa Bir Bakış
Cumhuriyet
tarihi ve bu dönem tarihçiliği incelenirken “Cumhuriyet’in fikir tarihinin
yeteri kadar incelenmediğini” görülür. Bu anlamda Türk tarihçiliğine biyografik
bir perspektifle yaklaşma gereği ortaya çıkmış olur. Halik Berktay da bu
makalesinde, Cumhuriyet dönemi tarihçiliğinde önemli rol oynamış dört
tarihçinin biyografilerinden yola çıkar. Bu dört tarihçinin doğrum tarihleri,
yaşadıkları dönemler, şahsi fikir dünyaları gibi birçok etkenin onların tarih
yazıcılığı ile olan ilişkilerini irdeleyen Berktay, bunu yaparken oldukça
eleştirel bir yaklaşım sergiler. Yazarın üzerinde durduğu tarihçiler Yusuf
Akçura, Mehmet Fuat Köprülü, Ömer Lütfi Barkan ve Halil İnalcık’tır.
Bu
tarihçileri yakından incelemeye başlamadan önce Türk tarihçiliğinin biyografisi
ve prosopografisi[1]nden
bahseden Berktay, tarih biliminde yöntemlerin kutuplaşmasından ve birbirlerini
dışlamalarından bahsederek “indirgemeci yaklaşım”ın yanlışlığını ortaya koyar.
Şaşırtıcı biçimde, Osmanlı’nın son dönemlerinde “modern” kabul edilen bir tarihçiliğin
başına kadar, bir historiyografi sorunsalının varlığından bahseden yazar,
aksine modern anlayışa göre tarihçiliğin “nesnel ve ampirisist” sanılmasına
rağmen böyle olmadığını söyler. Çünkü ideoloji tarihin/tarihçiliğin bütün
dönemlerinde mevcuttur dolayısıyla tamamen nesnel bir tarihçilikten söz etmek
oldukça güçtür. Buna dayanarak Berktay okumanın önemine işaret ederken,
yazılmış tarihlere şüpheyle yaklaşılmasını önerir. Bu tarihler her anlamda sıkı
bir incelemeye tabi olmalıdır. Biyografik
ve prosopografik etütler, elbette başlıbaşına her şeyin sırrını vermez; araç ve
metodolojilerden sadece biridir.[2]
20.
yüzyıl tarihçiliğini dört örnek üzerinden vermeyi amaçlayan Halil Berktay bu
makalesinde, kronolojik sırayla, önce Yusuf Akçura’nın biyografisi üzerinde
durur. Bölümün başında Akçura’yı “gezgin”, “kozmopolit” bir “devrimci” olarak
niteleyen Berktay, Akçura’nın bir tarihçiden çok kültürlü bir aydın olduğunu
vurgular. Milliyetçiliğin yayılma süresince Akçura, Osmanlı döneminde bir
Türkçü olarak muhalif bir çizgide iken ve liberal bir siyaset güderken;
Cumhuriyet döneminde iktidar tarafında ve devletçi bir siyaset gütmeye başlar.
Akçura yurtdışında çok iyi bir eğitim almasına (Tarih, Siyaset vb) rağmen,
profesyonel anlamda bir uzmanlaşmaya gidememiş, “politik tarihçilik” düzeyinde
kalmıştır. Bu durum Akçura’nın tarihçi olarak önemini azaltsa da onu, bir aydın
olarak, tarihçiliği popüler bir hale getirmeye yardımcı olması sebebiyle önemli
bir yere taşır.
Akçura
gibi hem tarihçi hem politikacı olan Mehmet Fuat Köprülü de aşağı yukarı Akçura
ile aynı dönemlerde yaşar. Berktay’ın ele aldığı ikinci tarihçi olan Fuat
Köprülü’yü “bir açıklık ve fırsatlar döneminin ürünü” şeklinde nitelendirir.
Köprülü’nün biyografisine geçmeden önce Türk milliyetçiliğinin /Akçura’nın
milliyetçiliğinin tarihi bir kategorizasyonunu yapan Berktay, şu sonuçları
çıkarır.
· Devrimci
milliyetçilik ile Sosyalizm arasındaki akrabalık (19. yüzyılın sonu 20 yüzyılın
başı)
· Osmanlı
kurumlarının hem Türk hem de İslami kökenden geldiğini fark eden ilk kişinin
Yusuf Akçura olması (Paris’te okuduğu dönemde bununla ilgili bir tez
hazırlıyor)
· “Türk
tarihinin dönemlendirilmesini Cengiz İmparatorluğu etrafında örmek” hatası[3]
· Irkçı
boyutlar içeren “Türk Tarih Tezi”
· Osmanlı
Devleti’ne karşı devrimci bir nihilizmi benimseyen “Kemalizm”
Akçura’ya
büyük bir hayranlık duymuş olan Mehmet Fuat Köprülü, ondan “Türkiye’nin
beklediği büyük tarihçi” bahseder. Fakat Berktay’a göre Akçura profesyonel bir
tarihçi olmaktan çok geniş kültür sahibi bir aydın ve bir tarih felsefecisidir.
Bir yayıncı ve popülerleştirici olarak güçlü, bir araştırıcı ve derinleştirici
olarak zayıftır. Fuat Köprülü ise, sürekli derinleştirme yoluna giderek modern
Türk tarihçiliğinin, gerçek anlamda, kurucusu olmuştur. Akçura’nın “sezgilerini”
sağlam temellere oturtan kişidir.
Bu
noktada Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’nden de bahseden yazar, bu
teorileri ırkçı bulsa da Nazizm’den farklı bir güdüyle ortaya çıktıklarını
düşünür. Bu tez ve teori Nazi ırkçılığı gibi agresif değil, savunmacı bir
nitelik taşır.
Köprülü’nün
tarihçiliğinin farkı Antropoloji’ye dayanması ve vizyon içermesidir. Döneminde
baskın olan Materyalist tarihçiliğe de Türk Tarih Tezi’ne de itibar etmemesi
yönüyle de tarafsızdır. Onun tarihçiliği ve politika arasında her zaman bir
mesafe vardır. Politik olarak ılımlı bir liberal olan Köprülü; laik ve ılımlı
bir Osmanlı tavrına da sahip olmuştur. Berktay’a göre Köprülü’nün tarihçiliği
iki temele dayanır: Materyalizm ve Determinizm. Onun yazmış olduğu tarihler
sınıfsal analize de yatkın olması sebebiyleyazar tarafından hoş karşılanır.
Köprülü bilimsel olarak ilerlemeci ve olumlu bir tarihçi olarak Türk
tarihçiliğinde önemli bir yere sahiptir. Dönem olarak ise, bundan sonraki
tarihçilerden farklı olarak Köprülü, “kesinlikle Kemalizm’in evladı değildir”.
Bu
noktada yeniden dönem analizine girişen Berktay, 1908’ten 1930’lara kadar
geçtiğimiz süreçlerden kısaca bahseder, ardından üçüncü tarihçi Ömer Lütfi
Barkan’ın biyografisine geçer. 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’in Cumhueriyet’in
ilanının “genel provası” olduğunu söyleyen Berktay, 1920’li yılların milli bir
burjuvazinin geliştirilmesine harcandığını ilave eder. 1930 yılların
tarihçiliği bir “altın çağ” arayışına girer. Türk Tarih Tezi Orta Asya’ya
yönelmişken, 1930’larda Osmanlı Devleti’nde geri dönülür. Tek parti ve Milli
şef dönemlerinde yaşayan Ömer Lütfi Barkan, bu doğrultuda devletçi-milliyetçi
bir anlayıştadır. 1933’te Üniversite Reformu’nun ardından Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü’ne doçent olarak atanan Barkan’ın çalışmaları da devletçi ve
Osmanlı’ya bakan bir çizgide ilerliyor.
Diğer
üç tarihçiye çok daha farklı bir dönemde yaşamış olan Halil İnalcık, 1930’ların
yüksek öğrencim reformundan sonraki ikinci neslin yetiştirdiği ve ardından
dünyaya açtığı bir tarihçidir. Bu dönemin ona sunduğu şartlardan en iyi biçimde
yararlanmasını da bilen İnalcık, Köprülü’nün öğrencisi olması bakımından da
şanslıdır. Barkan ve İnalcık arasında İkinci Dünya Savaşı vardır. Birçok
yabancı ülkede eğitim gören ve çok iyi tarihçilerle çalışma şansı bulan
İnalcık’ın eserlerinin çoğunun dili ise İngilizce’dir. Dünya tarihçiliğinin ana
mecrasına girmiş olan İnalcık, buna bağlı olarak dünyaya açık ve rafine bir
tarz geliştirir. Disiplinler arası olumlu temasları onun tarihçiliğinin
ideolojik tarafgirlikten uzak kılmıştır. Burada İnalcık’ın uluslararası
dergilerde yayımladığı makalelerle Türkiye’de yayımladıkları arasında ince de
olsa bir fark bulunduğunu belirten Berktay, bu makalelerinde onun halkın değil
devletin tarihçisi olduğunu ve aşağıdan yukarıya değil; yukarıdan aşağıya doğru
giden bir bakış açısına sahip olduğunu söyler. Ona göre İnalcık, farklı
dünyalara açılmış olmanın getirdiği yeniliklere rağmen partikülarist
paradigmadan sıyrılamamıştır.
Halil
Berktay bu makalesinde, Türk ulus-devletinin çeşitli gelişme aşamalarından,
tarihçilerin kişisel yaşam ve kariyerlerinden ve tarihe ilişkin fikir ve
görüşlerinin evriminden bahsederken, karşılaştırmalı bir yöntem izlemesi
bakımından akılda yer edici ve algılamayı kolaylaştırıcı bir okuma sağlamış
oluyor.
[1] Biyografi bilimi.
[2] Halil Berktay, “Dört Tarihçinin
Sosyal Portresi”, Toplum ve Bilim Dergisi, İletişim Yayınları, S.54-55,
s.19-45.
[3] “Yusuf Akçura’nın Cengiz
konusundaki yanılsaması belli bir Orta Asyacılık boyutunu da içerir.” (Halil
Berktay, “Dört Tarihçinin Sosyal Portresi”, Toplum ve Bilim Dergisi, İletişim
Yayınları, S.54-55, s.19-45.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.