6 Şubat 2017 Pazartesi

Halil Berktay ve "Dört Tarihçinin Sosyal Portresi"

Halil Berktay’ın “Dört Tarihçinin Sosyal Portresi” Adlı Makalesine Kısa Bir Bakış

Cumhuriyet tarihi ve bu dönem tarihçiliği incelenirken “Cumhuriyet’in fikir tarihinin yeteri kadar incelenmediğini” görülür. Bu anlamda Türk tarihçiliğine biyografik bir perspektifle yaklaşma gereği ortaya çıkmış olur. Halik Berktay da bu makalesinde, Cumhuriyet dönemi tarihçiliğinde önemli rol oynamış dört tarihçinin biyografilerinden yola çıkar. Bu dört tarihçinin doğrum tarihleri, yaşadıkları dönemler, şahsi fikir dünyaları gibi birçok etkenin onların tarih yazıcılığı ile olan ilişkilerini irdeleyen Berktay, bunu yaparken oldukça eleştirel bir yaklaşım sergiler. Yazarın üzerinde durduğu tarihçiler Yusuf Akçura, Mehmet Fuat Köprülü, Ömer Lütfi Barkan ve Halil İnalcık’tır.
Bu tarihçileri yakından incelemeye başlamadan önce Türk tarihçiliğinin biyografisi ve prosopografisi[1]nden bahseden Berktay, tarih biliminde yöntemlerin kutuplaşmasından ve birbirlerini dışlamalarından bahsederek “indirgemeci yaklaşım”ın yanlışlığını ortaya koyar. Şaşırtıcı biçimde, Osmanlı’nın son dönemlerinde “modern” kabul edilen bir tarihçiliğin başına kadar, bir historiyografi sorunsalının varlığından bahseden yazar, aksine modern anlayışa göre tarihçiliğin “nesnel ve ampirisist” sanılmasına rağmen böyle olmadığını söyler. Çünkü ideoloji tarihin/tarihçiliğin bütün dönemlerinde mevcuttur dolayısıyla tamamen nesnel bir tarihçilikten söz etmek oldukça güçtür. Buna dayanarak Berktay okumanın önemine işaret ederken, yazılmış tarihlere şüpheyle yaklaşılmasını önerir. Bu tarihler her anlamda sıkı bir incelemeye tabi olmalıdır. Biyografik ve prosopografik etütler, elbette başlıbaşına her şeyin sırrını vermez; araç ve metodolojilerden sadece biridir.[2]
20. yüzyıl tarihçiliğini dört örnek üzerinden vermeyi amaçlayan Halil Berktay bu makalesinde, kronolojik sırayla, önce Yusuf Akçura’nın biyografisi üzerinde durur. Bölümün başında Akçura’yı “gezgin”, “kozmopolit” bir “devrimci” olarak niteleyen Berktay, Akçura’nın bir tarihçiden çok kültürlü bir aydın olduğunu vurgular. Milliyetçiliğin yayılma süresince Akçura, Osmanlı döneminde bir Türkçü olarak muhalif bir çizgide iken ve liberal bir siyaset güderken; Cumhuriyet döneminde iktidar tarafında ve devletçi bir siyaset gütmeye başlar. Akçura yurtdışında çok iyi bir eğitim almasına (Tarih, Siyaset vb) rağmen, profesyonel anlamda bir uzmanlaşmaya gidememiş, “politik tarihçilik” düzeyinde kalmıştır. Bu durum Akçura’nın tarihçi olarak önemini azaltsa da onu, bir aydın olarak, tarihçiliği popüler bir hale getirmeye yardımcı olması sebebiyle önemli bir yere taşır.
Akçura gibi hem tarihçi hem politikacı olan Mehmet Fuat Köprülü de aşağı yukarı Akçura ile aynı dönemlerde yaşar. Berktay’ın ele aldığı ikinci tarihçi olan Fuat Köprülü’yü “bir açıklık ve fırsatlar döneminin ürünü” şeklinde nitelendirir. Köprülü’nün biyografisine geçmeden önce Türk milliyetçiliğinin /Akçura’nın milliyetçiliğinin tarihi bir kategorizasyonunu yapan Berktay, şu sonuçları çıkarır.
·    Devrimci milliyetçilik ile Sosyalizm arasındaki akrabalık (19. yüzyılın sonu 20 yüzyılın başı)
·    Osmanlı kurumlarının hem Türk hem de İslami kökenden geldiğini fark eden ilk kişinin Yusuf Akçura olması (Paris’te okuduğu dönemde bununla ilgili bir tez hazırlıyor)
·    “Türk tarihinin dönemlendirilmesini Cengiz İmparatorluğu etrafında örmek” hatası[3]
·     Irkçı boyutlar içeren “Türk Tarih Tezi”
·     Osmanlı Devleti’ne karşı devrimci bir nihilizmi benimseyen “Kemalizm”
Akçura’ya büyük bir hayranlık duymuş olan Mehmet Fuat Köprülü, ondan “Türkiye’nin beklediği büyük tarihçi” bahseder. Fakat Berktay’a göre Akçura profesyonel bir tarihçi olmaktan çok geniş kültür sahibi bir aydın ve bir tarih felsefecisidir. Bir yayıncı ve popülerleştirici olarak güçlü, bir araştırıcı ve derinleştirici olarak zayıftır. Fuat Köprülü ise, sürekli derinleştirme yoluna giderek modern Türk tarihçiliğinin, gerçek anlamda, kurucusu olmuştur. Akçura’nın “sezgilerini” sağlam temellere oturtan kişidir.
Bu noktada Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’nden de bahseden yazar, bu teorileri ırkçı bulsa da Nazizm’den farklı bir güdüyle ortaya çıktıklarını düşünür. Bu tez ve teori Nazi ırkçılığı gibi agresif değil, savunmacı bir nitelik taşır.
Köprülü’nün tarihçiliğinin farkı Antropoloji’ye dayanması ve vizyon içermesidir. Döneminde baskın olan Materyalist tarihçiliğe de Türk Tarih Tezi’ne de itibar etmemesi yönüyle de tarafsızdır. Onun tarihçiliği ve politika arasında her zaman bir mesafe vardır. Politik olarak ılımlı bir liberal olan Köprülü; laik ve ılımlı bir Osmanlı tavrına da sahip olmuştur. Berktay’a göre Köprülü’nün tarihçiliği iki temele dayanır: Materyalizm ve Determinizm. Onun yazmış olduğu tarihler sınıfsal analize de yatkın olması sebebiyleyazar tarafından hoş karşılanır. Köprülü bilimsel olarak ilerlemeci ve olumlu bir tarihçi olarak Türk tarihçiliğinde önemli bir yere sahiptir. Dönem olarak ise, bundan sonraki tarihçilerden farklı olarak Köprülü, “kesinlikle Kemalizm’in evladı değildir”.
Bu noktada yeniden dönem analizine girişen Berktay, 1908’ten 1930’lara kadar geçtiğimiz süreçlerden kısaca bahseder, ardından üçüncü tarihçi Ömer Lütfi Barkan’ın biyografisine geçer. 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’in Cumhueriyet’in ilanının “genel provası” olduğunu söyleyen Berktay, 1920’li yılların milli bir burjuvazinin geliştirilmesine harcandığını ilave eder. 1930 yılların tarihçiliği bir “altın çağ” arayışına girer. Türk Tarih Tezi Orta Asya’ya yönelmişken, 1930’larda Osmanlı Devleti’nde geri dönülür. Tek parti ve Milli şef dönemlerinde yaşayan Ömer Lütfi Barkan, bu doğrultuda devletçi-milliyetçi bir anlayıştadır. 1933’te Üniversite Reformu’nun ardından Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne doçent olarak atanan Barkan’ın çalışmaları da devletçi ve Osmanlı’ya bakan bir çizgide ilerliyor.
Diğer üç tarihçiye çok daha farklı bir dönemde yaşamış olan Halil İnalcık, 1930’ların yüksek öğrencim reformundan sonraki ikinci neslin yetiştirdiği ve ardından dünyaya açtığı bir tarihçidir. Bu dönemin ona sunduğu şartlardan en iyi biçimde yararlanmasını da bilen İnalcık, Köprülü’nün öğrencisi olması bakımından da şanslıdır. Barkan ve İnalcık arasında İkinci Dünya Savaşı vardır. Birçok yabancı ülkede eğitim gören ve çok iyi tarihçilerle çalışma şansı bulan İnalcık’ın eserlerinin çoğunun dili ise İngilizce’dir. Dünya tarihçiliğinin ana mecrasına girmiş olan İnalcık, buna bağlı olarak dünyaya açık ve rafine bir tarz geliştirir. Disiplinler arası olumlu temasları onun tarihçiliğinin ideolojik tarafgirlikten uzak kılmıştır. Burada İnalcık’ın uluslararası dergilerde yayımladığı makalelerle Türkiye’de yayımladıkları arasında ince de olsa bir fark bulunduğunu belirten Berktay, bu makalelerinde onun halkın değil devletin tarihçisi olduğunu ve aşağıdan yukarıya değil; yukarıdan aşağıya doğru giden bir bakış açısına sahip olduğunu söyler. Ona göre İnalcık, farklı dünyalara açılmış olmanın getirdiği yeniliklere rağmen partikülarist paradigmadan sıyrılamamıştır.
Halil Berktay bu makalesinde, Türk ulus-devletinin çeşitli gelişme aşamalarından, tarihçilerin kişisel yaşam ve kariyerlerinden ve tarihe ilişkin fikir ve görüşlerinin evriminden bahsederken, karşılaştırmalı bir yöntem izlemesi bakımından akılda yer edici ve algılamayı kolaylaştırıcı bir okuma sağlamış oluyor.



[1] Biyografi bilimi.
[2] Halil Berktay, “Dört Tarihçinin Sosyal Portresi”, Toplum ve Bilim Dergisi, İletişim Yayınları, S.54-55, s.19-45.
[3] “Yusuf Akçura’nın Cengiz konusundaki yanılsaması belli bir Orta Asyacılık boyutunu da içerir.” (Halil Berktay, “Dört Tarihçinin Sosyal Portresi”, Toplum ve Bilim Dergisi, İletişim Yayınları, S.54-55, s.19-45.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

YERALTI

YERALTINDAN NOTLAR HAKKINDA                        GİRİŞ             Romanın ortaya çıkışı Avrupa’nın Rönesans’la yaşadığı bü...